Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Gençlerin karşılanmamış manevi ihtiyaçları var!”

29.12.2025 - Pazartesi 12:01
prof dr nevzat tarhan genclerin karsilanmamis manevi ihtiyaclari var

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, İnanç Psikolojisi ve Maneviyatın Ruh Sağlığımıza Etkisi’ başlığında dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu.

İnançla ilgili gen var mı?

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, konuyla ilgili çok geniş ölçekli bilimsel çalışmalar yapıldığını dile getirerek, “Genetik çalışmalar da yapıldı inanma ile ilgili… Daha doğrusu meta-kolektif genlerden, yani zihin üstü genlerden söz ediliyor. 4 gen üzerinde duruluyor. Birincisi anlam arayışı geni. Bu gen, insan dışında hiçbir canlıda yok. Hayatın anlamı nedir, nereden geldim, niçin buradayım, sonsuzluk nedir, sonsuzluğun sonu var mı gibi anlam arayışıyla ilgili genetik bir algoritma var. Bunun genetik karşılığı olması lazım, metabilişsel genlerde. İkincisi yenilik arama geni. Bu gen bulundu. Genin adı DRD4 DRD2 diye geçiyor. Bu riskli davranış geni aynı zamanda yenilik aramaya neden oluyor. Üçüncü gen zamanı algılama geni. Dördüncü de ölümü algılama geni var. İnsan dışında hiçbir canlıda ölüme açıklama getirme özelliği yok, insanda var.” dedi.

İnsanda inanma ihtiyacı var

Bütün bu 4 genetik özellik dolayısıyla insanın, yüksek bir güce inanma, büyük bir anlamın parçası olma ve zihinsel bir sığınağa sığınma ihtiyacı bulunduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Hatta bununla ilgili Budist rahipler üzerinde deneyler yapılıyor. Budist rahiplerde vecd hali var; trans hali, coşku, heyecan yaşıyorlar. Tam konsantre olduklarında beyinleri nasıl çalışıyor diye bakılıyor. Onların beyinlerinde teta dalgaları yüksek çıkıyor. O kişiler ‘bütün istekleri karşılanmış, bütün ihtiyaçları giderilmiş ve evrenle bütünleşmiş’ gibi hissediyorlar. Aynı şey Sufi meditasyonda da var. Bu biyolojik nörobiyolojik karşılığı olan bir şey. İnsanda inanma ihtiyacı var. Bu ortak bir ihtiyaç… Teselli arayışı ve büyük bir anlamın parçası olma isteği bütün insanlarda ortak var.” diye konuştu.

Akla en uygun olan inanç sistemi, Tevhit inancı

Akla en uygun olan inanç sisteminin, Tevhit inancı olduğuna işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Tanrı tasavvurunu araştırdığımız zaman ilmi mutlak ilmi olmalı, mutlak iradesi olmalı, mutlak gücü olmalı, mutlak hikmet sahibi olmalı. Her şeyi kontrol edebilmeli ama her şeyi yerli yerinde ve gerekçeleriyle birlikte ifade edebilmeli ve bu hayat dünya hayatında sınırlı kalmamalı. Çünkü bu dünyada adalet yok. Bu dünyada insanlar eşit yaratılmamış. Eğer her şey bu dünyada olsa anlamı kalmazdı. Bu nedenle ikinci bir hayat olması gerekir. Bunların hepsi Tevhit inancı içerisinde var.” dedi.

İnsanın spiritüel ihtiyaçları var

İnsanın spiritüel ihtiyaçları, manevi ihtiyaçları olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “İnanmak, insana iç huzuru veriyor. Kendisiyle barışık oluyor, psikolojik sağlamlığı artırıyor, yani koruyucu ruh sağlığı etkisi var diyebiliriz.” diye konuştu.

Egosu yüksek olan insanın kanser hücresi gibi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Bütün dinler ortak olarak kibrin yanlış, tevazunun doğru olduğunu ve başkalarına yardım etmenin yüceltildiğini söyler. Bu, bütün kutsal öğretilerde vardır ve bu tesadüf değildir. Bunu kaldıran sistemlerde insanlar kötülük yapmaya meyillidir.” şeklinde konuştu.

Zarf, kişinin yaptığı dini pratikler, mazruf ise ahlaktır…

İnancın iki yönü bulunduğunu, bunların şekilsel (ritüeller) ve öz (ahlak) olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:

“Yani bir zarf ve mazruf vardır. Zarf, kişinin yaptığı dini pratikler yani ritüellerdir. Mazruf ise özdür, yani ahlaktır. Şekilsel kısmın ritüelleri, öz kısmın ise ahlakı temsil ettiği bu iki yönün tamamlayıcı olması gerekir. Bazı kişiler şekilsel olarak her şeyi yaparlar; ama rahatlıkla yalan söyler, yolsuzluk yapar, rüşvet alır. Haram yerler, yemem derler ama rüşvet yerler. Böyle bir çelişkili durum ortaya çıkar. Bütün bunlar gösteriyor ki dinin özüyle şeklinin aynı anda yaşanabilmesi önemlidir. Dünyayı düzeltmeye kendinden başlamak gerekiyor. Kendi iç dünyandan başlayacaksın, kendini düzeltirsen iç dünyanı düzeltmek daha kolay oluyor.”

Din emin ve ehil insanları ortaya çıkarmıyorsa, o din yaşanmıyor!

Eğer bir din emin ve ehil insanları ortaya çıkarmıyorsa, o dinin yaşanmadığını dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Güven vermiyorsa, güvenilirlik sağlamıyorsa ve bir insan işin uzmanı olmadığı konulara rahatlıkla yalan, hile ve entrika ile giriyorsa, ehliyet ve liyakate önem vermiyorsa, itibara ve güvene önem vermiyorsa, o din öğretisi sahte bir öğretidir.” dedi.

İnsanın ruhsal yapısı, iyicil ve kötücül duyguların karışımından oluşuyor

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, insanın ruhsal yapısının, iyicil ve kötücül duyguların karışımından oluştuğunu söyleyerek, “Her birimizin içinde iyicil ve kötücül düşüncelerin etkisiyle şekillenmiş bir kişilik profilimiz var. Çocukluğumuzdan itibaren öğrendiğimiz iyicil ve kötücül duygular ile düşünce kalıpları, kişiliğimizin temelini oluşturuyor. Bir de kişinin hayatta ulaşmak istediği bir hedefi ve bu hedefe yönelik kısa, orta ve uzun vadeli planları var. İnsan, hayat yolunda ilerlerken çeşitli olaylarla karşılaşıyor. Psikanalizin yaşayan son örneklerinden olan Berg'e göre, içimizdeki kötücül parça aslında egomuzun bir parçası ve bize kötü şeyleri emrediyor. Bu kötücül parça, insanı hedeflerinden saptıracak kolay çıkarlar, menfaatler, hazlar ve zevkler sunuyor.” diye konuştu.

Hayat, her an yapılan seçimlerden ibaret

Aslında hayatın, her an yapılan seçimlerden ibaret olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “İyi seçimler yaparsak, hayatımızın sonuna kadar iyi anılar biriktirir, olumlu izler bırakır ve güzel işler yaparız. Kötü kararlar verirsek ise kötü anılar biriktirir ve olumsuz izler bırakırız. Bu nedenle, içimizdeki kötücül parça, bizi her an yanıltmaya meyillidir. Kişi, inançlarına aykırı davrandığı zaman, kimsenin görmediğini düşünerek 'Nasılsa kimse görmüyor, bir şey olmaz' diyen o kötücül parçanın isteğini dinlerse, büyük bir yanılgıya düşer.” ifadesinde bulundu.

Hayatta daha büyük bir anlamın parçasıyız!

Duyguları erteleme becerisinin, kendiliğinden oluşmadığını ve öğrenilmesi gereken bir yetenek olduğunu da anlatan Prof. Dr. Tarhan, “İçimizdeki kötücül parça 'Çabuk olsun, hemen olsun!' diyerek sabırsızlanır ve anlık isteklerin peşinden koşar. Maymun iştahlıdır ve dopamin odaklıdır. Ancak, içimizdeki iyi parça serotonin hormonuyla bağlantılıdır; fikir, ideal ve anlamla ilgilenir. Eğer bir kimsenin fikri, ideali ve anlam arayışı varsa, 'Şu anda bu benim hoşuma gidiyor ama ilerideki hedeflerime aykırı. Bunu yapmayacağım, bundan vazgeçiyorum' diyebilir ve doğru bir seçim yapabilir. Hayatta daha büyük bir anlamın parçası olduğunu bilen kişi, o anlık zevkinden fedakârlık yapabilir ve inancının etkisiyle daha sonra çok daha büyük bir ödül kazanabilir. İşte bu erteleme becerisini kullanamayan ve kişilik olgunluğuna erişememiş insanlar, hemen şimdi ve çabuk tatmin olma peşinde koştukları için inançlarının gereğini yerine getiremezler.” şeklinde konuştu.

İnsanın, ruhunu geliştirme gibi bir sorumluluğu var

Prof. Dr. Nevzat Tarhaninsanın, diğer canlılardan farklı olarak ruhunu geliştirme gibi bir sorumluluğu üstlendiğini kaydederek, “İnsan sürekli olarak daha fazlasını, daha iyisini isteme eğilimindedir ve her şeyin kendisine ait olmasını arzular. İşte bu noktada, insan kendi iç mücadelesini verirken ruhunu büyütme yolculuğuna çıkar. Ruhunu, çocuksu kişilik özelliklerinden olgun kişilik özelliklerine doğru geliştirmesi gerekir. Bu süreçte, olgunlaşmamış (immature) savunma mekanizmaları yerine olgun (matür) savunma mekanizmalarını kullanması önemlidir. Olgunlaşmamış savunma mekanizmaları genellikle bencil, çıkarcı ve 'Çabuk olsun, hemen olsun' gibi dürtülerle hareket etmeye yöneliktir. Ancak olgun savunma mekanizmaları, yüceltme, anlam arayışı, altruizm (başkalarına verici olmak) ve çıkarcı olmamak gibi erdemleri içerir. Bu olgun mekanizmaları kullanan insanlar, hayat yolculuklarının sonunda biriktirdikleri iyiliklerin kötülüklerden daha fazla olduğunu görürler. İyiliklerin oranı yüzde 51'in üzerindeyse, ölümden sonraki hayata da hazırlıklı olmuş olurlar.” dedi.

İnsanın olgunlaşması ve ölüme anlam kazandırması gerekiyor

Doğu felsefesinde, evrenin sonsuz olduğu ve insanın ruhunun da bu evrende sonsuza dek var olduğunun kabul edildiğini ve ruh, öldükten sonra eğer kişi iyi şeyler yaptıysa, daha yüksek bir ruh olarak dünyaya geri döndüğüne inanıldığını anlatan Tarhan, “Eğer öldükten sonra iyilerin yaptığı iyiliklerin karşılığını gördüğü, kötülerin de kötülüklerinin bedelini ödeyebileceği ikinci bir hayat yoksa, bu hayat çok anlamsız olur. Zalim, zulmüyle kalır; Nemrut, nemrutluğuyla kalır, ama mazlumlar da ezilmiş olarak gider. Bu büyük bir haksızlık olurdu. Ruh sonsuzdur, evren ise sonlu. Bu şekilde inandığımızda her şey anlamlı hale gelir. İşte bu yüzden, insanın olgunlaşması ve ölüme anlam kazandırması gerekiyor. Ölüm bir yok oluş değil, bir bitiş değil.” diye konuştu.

Anne babanın görevi sadece uyarmaktan ibaret

Dinin kaynağının doğru incelenmesi gerektiğini de dile getiren Tarhan, “Ben, Kur'an-ı Kerim'de yer alan 'Dinde zorlama yoktur' ayetini gördükten sonra, inanan bir insanı inancı konusunda zorlamanın dine aykırı olduğuna kanaat getirdim. Osmanlı, bu ayetin rehberliğinde insanların inançlarına karışmamıştır. Zaten Batı'nın geldiği nokta da bu. 20. yüzyılda ortaya çıkan özgürlük anlayışı da bunu destekliyor. İnanç konusunda bir insanı zorlamak doğru değil. Dini literatürde de belirtildiği gibi, bu durum anne baba için de geçerli. 18 yaşına kadar anne babanın doğal vasiliği devam etse de sonrasında anne babanın görevi sadece uyarmaktan ibaret. Zorla bir çocuğu belli bir şekilde davranmaya veya belli bir yola girmeye zorlamak, dini gerekçelerle bile olsa Kur'an-ı Kerim öğretisine aykırı.” İfadesinde bulundu.

Gençleri hemen 'deist oldu' diye etiketlememek gerekiyor

Gençler arasında deizmin yaygınlaştığına ilişkin iddiaları da değerlendiren Tarhan, “Bu durumun yaygınlaşmasının iki temel nedeni var. Birincisi, dindar insanların güvenilirlik vasfının zarar görmesi. Toplumda, 20-30 yıl önce dindar insan denildiğinde akla güvenilir bir profil gelirdi. Ancak, son zamanlarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bu algı değişti. Türkiye'deki dindar profiliyle ilgili olumsuz örneklerin artması, bu algının değişmesinde etkili oldu. İkincisi ise yeni kuşağın sorgulayıcı bir yapıda olması. Bu kuşak, masumiyet arayışı ve adalet talebi yüksek olan bir kuşak. Bu nedenle, sorgulamaları nedeniyle onları hemen 'deist oldu' diye etiketlememek gerekiyor. Bir insanın Allah'ın varlığını sorgulaması kötü bir şey değil. Tam tersine, sorgulayacak, test edecek, aklını kullanacak ve akılla kalbi birleştirecek. Bunu yapabilmesi için de sorular sorması gerekiyor. Sormazsa öğrenemez ki!” şeklinde konuştu.

Eski sorulara yeni cevaplar vermeliyiz

Günümüzdeki bir lise öğrencisinin, İbn-i Sina gibi her şeyi sorduğunu ve sorguladığını da söyleyen Tarhan, “Eğer biz, bu gençlere İbn-i Sina'yı aforoz eden bir zihniyetle yaklaşırsak, o gençleri kaybederiz. İslam felsefesi, bu sorulara yanıt bulmaya çalışır. Bu konuların lise seviyesinde anlatılması, ilahiyatçıların ve Diyanet İşleri Başkanlığı'mızın sorumluluğundadır. Din, bu sorulara cevap bulmayı amaçlar. Eğer kafalarındaki sorulara uygun cevaplar verilirse, gençler tatmin olurlar. Ben, sorgulayan gençlerden hiç rahatsız olmamamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü onlar sorgulayarak inandıkları zaman, daha sağlam bir inanca sahip olacaklardır. 'Eyvah, gençlik elden gidiyor' diye düşünmek yerine, onların anladığı dili bulmalı ve ihtiyaçlarına göre onlara cevaplar vermeliyiz. Gençlerin karşılanmamış manevi ihtiyaçları var. Bu ihtiyaçları karşıladığımızda kafalarındaki sorunlar giderilecektir. İnanç sorgulaması kötü bir şey değil, ancak doğru cevaplar vermek gerekiyor. Eski sorulara yeni cevaplar vermeliyiz. Eski cevaplarla bu gençliğe ulaşamayız.” şeklinde sözlerini tamamladı.

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı